Vahşet Duvarlarına Adlarını Yazdıranlar...

Mehmet Kıyak mehmetkyak@outlook.com

Soğuk yağmurlu havalar bazı karakterler tarafından pek sevilir. Sokaklar kaldırımlar bom boş. İnsan yok hayvan çok. Belki bizden kaçıyor, ya da kalabalık fark etmiyor. Anlaşamazsın insanımızla kaçabildiğince kaçacaksın.

Ya hayvanlar, hele bir de göz göze geldiysen sokul sokulabildiğince. Nerden göz göze geldiysek, sabahları sigara almaya giderken yattığı yerden peşime düşer, büfeye kadar eşlik eder dönüşte kalktığı yere yatarak beni uğurlar.

Loş bir günde loş angeloş Belediyesi şüpheleri üstüne çekse de kimin attığı belirsiz. Yol kenarına uzanmış patileriyle gözlerini kapatarak uzaklara çok uzaklara gitmek istediği ilk günlerini unutamam. Doğrusu da buydu. Kimseyle hele insanlarla göz göze gelmek istemiyordu.

Nereye bakar insanımız, önce karşı cinse sonra paralıya, paralarcasına. Bir de göz göze gelmek var.

Ne bakıyorsun Lan? Fark edilmek istemiyordu fakat Alper Argan fark etmiş sahiplenip sokağın bireyi yapmıştı.

Bir sabah Alper Alper, -Leydiyi gördünüz mü? İki gündür kayıp.

-“Buradan başka bir yere gitmez telaşlanma yakında döner desek de günler kanıksatırcasına umutsuzluklarla dolu gerçeği kabullendirmeye çalışıyordu.

Başta belediyenin en kodamanlarından en cılızına, yerel medyadan tanıdık tanımadık bireylere kadar ulaşmaya çalışırken 12 gün sonra Leydi’nin bulunup buluşma anımız filmlerin en güzelini izlemek gibiydi.  Acının son bulması, kavuşmanın mutluluğun sadakatin ve sevginin yansıması insanın içine işliyordu.

Gel de iti itele kediyi tekmele. Ulusça birlik olmamız gerekirken, İşleri tıkırında reytingci medya tersine dayanışmada…

Hep Leydi mi peşimde olacaktı,  sıra bendeydi, çaktırmadan düştüm peşine. Yürüdü, yürüdü, o önde ben arkasında Saray caddesinde şık bir butik işletmesine girdi. patilerini kaldırdıktan sonra hemen dükkanın orta yerine attı kendini, ellerini öpüyor içinden geçen tüm dualarla olanları tahmin edin, beni kimse fark etmedi, ne etraf ne eşraf ne nazım, izliyorum sevginin fırtınasını. Kurtarıcısı Hülya hanımdı, her gün aksatmadan teşekküre geldiğini, kurtuluş hikayesini de aktardı.

-Biliyorum Bolaman’a attıklarını, başkan yardımcılarından veterinerine bu işle ilgili herkese danıştım, bizimle ilgisi yok deyince yola çıktım, atıldıkları yeri atanlar bilmiyor fakat yurttaş biliyor.

Kuşkulu korkulu köpek sürüsü arasından Leydiyi tanıyor, sesleniyor, umudunu kaybetmiş, son seslenişinde başını kaldırdığında birden canlanıvermiş. Arabanın kapısını açınca içeri girer girmez kendini tekrar dışarı atıyor, kurtarıcısını ormanın içine götürmüş günlerdir aç susuz yattığı yeri çalılıkları göstermiş. Bu kadar, bir de konuşabilse. Elimde olsa bunları yapan sorumsuzları sadece bir geceliğine Leydi’nin yattığı yere bağlamak isterim. Acaba yaptıklarıyla yaşam sürmeleri nasıl kabul görüyor.

Mevkileri makamları kütle ya da cisim olarak doldurmak yerine insan olarak temsil etmek gerekmez mi? Hayvanlar da bizim gibi sosyal hayatın akışı içinde bizden farkı var mıdır?
Erk yetkisini elinde bulunduran başkan, veterinerine, hayvanseverlerle birlikte hareket edin, demesine rağmen emiri jemırla kesivermiş.  

Onlar buraya biz oraya atalım. İşleri yok güçleri yok uçsuz bucaksız kimsesiz yerde kimsesiz olmak. Koskoca meclis bile yasayı nasıl çıkaracağını beceremedi.  Sorunu temelini oluşturan sahiplendirmenin hiç sözü geçmiyor.

Oysa bitik bir toplumun bitmiş bütün değerlerini çektirdiğimiz çilelerine son verdiğimizde yeniden kazanacağımızı onlar bile biliyor.

Yoksa zavallı hayvanlar bu iktidar düşkünü, düşkün insanlardan daha çok çekecek. Ne yazık ki tarihimizin tekerleği böyle dönüyor…