Mehmet Kıyak

Mehmet Kıyak

[email protected]

Sistem ve Barış

01 Kasım 2025 - 17:44

Nedeni bilinmez, garibanların yaşadığı garip ülkemde gündem birbiriyle yarışırcasına birbiriyle çatışması gün gibi ortada.

Gerçekte yazıların aksamasının baş nedeni. Öylesine karışık ki arkadaşımın sözcükleri beni kahkahaya boğdu. Köşe yazımı okuduktan sonra bana dönerek,
-Sen kafayı çekip yazıyorsun, bu ne?

Kendimi bir tarafa bırakıyorum, arkadaşım  içmeden yazıyla sarhoş olmuştu.
Günlerden Pazar, Ekim ayının sonu olmasına rağmen güneşli ve sıcak bir gün. Kimseyi sarhoş etmeden kahvaltıdan sonra güzel keyifli bir yazının tadını çıkarmayı düşünürken, televizyonda akıp giden alt yazı, son dakika manşeti,

-Türkiye’den çekiliyoruz.
Yazımı gene yazamadım, ertesi günün sabahı, aynı masada, aşama kaydetmiş manşetler,
-Türkiye’den çekildik, PKK: Türkiye’den çıktık, sınır içinde PKK’lı kalmadı, PKK Türkiye’den Kuzey Irak’a taşındı. Manşetlere diyecek yok zaten 67 numara ayakkabı 67 kişi.

Abdullah Öcalan’ın 30 yıl önce yapılan ve bugünlerde yayınlanan ropörtajlarında hiçbir olumsuz düşünce ve yorumun olmadığı görülüyor. diyalog ile çözülebilinirken çözümün bilerek çözülmediği o yıllarda her cümlesinde diyalog beklediği adım atmayı bizden beklemiş.

Boşu boşuna giden yıllarımız insanımız. Ekonomik kayıplar. “Herkes için eşit özgür adil kaliteli ve huzurlu yaşam için Türk halkı kendini gözden geçirmek” durumunda derken acaba suç halkta mı sistemi yürütenlerde mi?

Aklımın bir köşesinde durur, aradan çıksın.
Sistem mi halk mı?

Birkaç yıl önce şehre doğalgaz gelmiş, o zaman ki fındık parasıyla eve kalorifer tesisatı döşemeye kara vermiştim. Ekimde başladık, Kasım, Aralık, Ocak ayına geldik,  şansıma o kış ılık geçti. Ocak ayı gelince hava artık beklemiyor. Ben kızıyor, kızdıkça hava soğuyordu.

Şirketin Başlarında Oğulcin diye cin gibi bir çocuk koymuşlar. Zıtlaşmaya başladık, İstanbul’u genel merkezi arıyorum telefondaki ses kapıdan içeri giremiyor. Ordu’daki müdürü arayayım dedim iki taneymiş, birini bağladılar. Konuşmaya başlamadan önce ses kaydı yapacağımı söyledim, karşıdaki müdür bey köpürdükçe köpürüyor, ben derdimi anlatıyor, bir dairem var benden iki abone parası istiyorlardı. Konuşma işe yaramıştı akşam olmuş apar topar birini göndermişler, haklı olduğumu kısa zamanda çözeceğini söylemiş, ben de bunlar gene gelmeyecek, şu Cimer diye bir şey var yaz dedim, yazdım.

Nerden yazdım, ertesi gün

-Siz cumhurbaşkanına yazmışsınız iş resmiyete döküldü yazışmalardan sonra PTT kanalıyla size bilgi verilecek.

Birkaç gün sonra PTT yerine şirketin iş tulumun giymiş çalışanı elinde bir evrak. Uzadıkça uzuyor. Hanım senin tesisatına da gazına da kaloriferine de derken ulan hanımdan olucaz dedik bir yerine  iki abone parası verdikten sonra çözüme ulaştık.

Cimer onları çimeceğine beni çimmişti. Acı işkence unutulacak gibi değil. İnat ediyordum bir telefonla halledecekken. O süreç içinde sekiz sayfalık notlarımı ses kayıtlarını saklıyorum. Ulvi isim verme başımıza bir iş gelmesin diye sürekli tembihliyor. Ne diyeceğiz şimdi Kürt olduğumuz için miydi?

Anadolu’nun her yerinde benzer sorunlar, benzer süreçler yaşanıyor. Annem köyde yaşıyor tarımla toprakla iç içe. Annemi ziyarete gittiğimde elektrik direklerini değiştirdiklerini gördüm. Sokak lambaların yönü sokağa çevrili olması gerekirken Bizimkisini sokak yerine karşı tarlayı aydınlatıyor. Birkaç yıl sonrada kafasını önündeki ağaca sokması kesin.

Eskisine diyecek yoktu, şimdikinde kapının kolu bir yana kapı bile görünmüyor.  Başladık çalışmaya elektrik dağıtım şirketinde ne kadar adam varsa kapıcısından işçisine işçisinde müdürüne. Tamam diyorlar bir türlü tamamlanamıyor. Kaymakama da çıksak kimse çağrılara kulak asmıyor. Sistem dümbelek çalarcasına toplu sorumsuzluk örneği sergiliyor, yurttaşını sistem dışına itiyor.

Bu garip ülkeye, inançlarıyla, bireyleriyle çiçek tarlası gibi bütün etnik kesimleriyle gerçekten sadece Kürtlere değil bize de barış gelecek mi?




 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum