BURNUMUZUN DİBİNDEKİ SALGIN!

Mehmet Kıyak mehmetkyak@outlook.com

Bizim demokrasimizde, siyasetimizin temelini birbirimizi silkelemek oluşturuyor. Adamlar kameralar karşısında susmak bilmeyen monologlarla ‘faroz, horoz’ diye bar bar barbarlıkla bağırırken havalarda uçuşan dna raporunu ‘buldum buldum’ diye hamam tasıyla soroza fırlatıverdiler.

Şekerlemenin kaynağı göçmenler…

Duvarlarımız aşılırken kendi kendimizi sıkıştırarak, ulusal bilinç yoksunluğu, tarihte hep yerini almış süregelen ilkellik ve barbarlık damgasıyla tasarımının pekiştirilmesi miydi olan biten?

Dünya  göçmenlerle dizayn edilmek isteniyormuş. Çok zor! Biz varız…
Memleket zıvanadan çıkarken, yakalamanın da düzenini kaçırdık. En son Libya açıklarında kurtarılan göçmenler Türkiye’ye getirildi mi bilinmiyor, dünyaya açılıyoruz. İnsanı yaşatmak, kurtarmak insanlık gereği, bu kadar zorlamanın anlamı ne? Bırak giden gitsin, içerde düzensiz soyguncular düzensiz cinayetler düzensiz suçlular düzensiz konular.
Mangalda kül yok, sonuç sıfır.

Siyasal bakış işin özünü buharlaştırıyor. Ortalık kaynamaya başladı. Nefret her iki tarafta. Elin adamları üstümüzde yüzyıllık hesaplar yaparken, biz bu düşmanlığı kaç yüzyıl sonra temizleriz, kim bilir? Türkiye ve halkının fedakarlıkları bile yeterli gelmeyecek gibi. Bundan sonra olaylar nereye evrilir bilinmez.

Politikacılar artık çok konuşmasın, hatta hiç konuşmasın. Halkla kuracağı diyaloğun içeriğine baksın. Bayram günlerinde bile siyasal kaynaşma; salt böcekler vadisine çevirmek çok kolay.

Ülkemin her yerinden olaylar dizi film gibi akarken
Oğlum sorar; “yarın ki diziye ne diyorsun baba?”
-“Kameralar kameraları çekerken, oyuncuları göremezsin bile, gene de oyun oynanır.
Sen onu bırak Apo Tan’ı tanıyor musun?
Abdullah Tan, Şehrimizin hızlı hırslı, bıçkın genç yaşlılarından. Bayramın ikinci günü, yüzünde tatlı bir tebessüm.

-Hayatımda bu kadar mutlu olmadım.
-Bayramlar mutluluk getirir, hakkın.
-Öyle değil!
-Nasıl yani?
-Ne kadar döküntü varsa iftara çağırdım.
-Düzensiz göçmenleri mi?

- Ne düzensizi, bizim insanımızı, sokakta gördüğüm ne kadar hırlı hırsız, evsiz barksız, saçı sakalı karışmış, bekar, dul, anasız babasız, genç yaşlı engelli engelsiz evinde tencere kaynamayan kim varsa hepsini eve davet edip iftar yemeği ikram ettim. Zengin zengini nasıl olsa ağırlıyor hem de en gösterişlisinden. Elimden gelse de hepsine iş versem.

-Televizyoncuları çağırdın mı? Muhtarı falan?
-Yok abi ben zaten sıkılırım, kızarım da öyle işlere.

Bana da kızabilir. Yazıldı bir kere. Güzelliğe bak, kimin aklına gelir, kendisinden başkasının düşünülmediği şu günlerde? Hikayenin kökeninde gizemli ve ağırlıklı mesajlar var.

Abdullah Tan, varlıklı zengin insanların geleneksel otoriter kurallarını ellerinden aldı, kutluyorum…