Geçen gün yazdığım köşe yazısı üzerine birçok mesaj aldım. Her biri çok kıymetliydi ama içlerinden biri beni derinden sarstı. Bir hanımefendi yazmıştı. Mesajında şöyle diyordu:
“Ben ömrüm boyunca hiç sakız çiğnemedim. Çünkü çocukken babam ve abim kızardı. Tadı nasıl bir şey, nasıl bir duygu, hiç bilmiyorum.”
Bir an düşündüm. Yıllar geçmiş, o kadın büyümüş, çocuklarını büyütmüş. Babası da, abisi de bu dünyadan göçmüş. Artık kendi kararlarını verebilecek, kendi isteklerini yapabilecek yaşta. Ama yine de… Sakız alıp çiğneyememiş.
Ne kadar tuhaf değil mi? İnsan bazen sadece bir sakızı değil, kendi özgürlüğünü de çiğneyemez hale geliyor. Küçükken konulan yasaklar, büyüyünce bile bir gölge gibi insanın peşini bırakmıyor.
Aslında mesele sakız değil; mesele, çocukken içimize işleyen korkuların, büyüyünce bile ellerimizi bağlaması. Biz belki farkında olmadan çocuklarımıza bıraktığımız en ağır miras, yasakların gölgesidir.
O hanımefendi sakızın tadını hiç bilmemiş. Ama belki de asıl bilmediği şey, kendi özgürlüğünün tadıydı.
Ve biz yetişkinler olarak kendimize sormamız gerekiyor: Çocuklarımıza hangi yasakları, hangi “ayıptır”ları, hangi “yakışmaz”ları miras bırakıyoruz?
Yarın bir gün onlar da büyüdüğünde, elleri serbestken bile gönülleri bağlı kalacak mı?
Dilerim, bir gün herkes kendi sakızını alıp, çocukça bir sevinçle çiğneyebilir.
Ben de o hanımefendiye söz verdim:
“Bir kutu çeşit çeşit kokulu sakız alacağım sana.”
Belki yıllarını geri getiremeyeceğim ama hiç tadına varamadığı özgürlüğün küçücük bir rengini, minicik bir kokusunu ellerine bırakabilirim.
Hani önce ki yazımda "Çünkü bazen bir sakız, sadece sakız değildir; babanın sevgisidir,dedenin hatırasıdır, güvenin kokusudur, çocukluğun en saf hâlidir" demiştim ya; anladım ki bazen bir sakız, bir ömrün özlemi, bir kalbin sızısı, bir çocuğun hiç yaşayamadığı sevincini de gizler içinde.
Ve belki de en çok, özgürlüğün tadını…
FACEBOOK YORUMLAR