Ne zaman ve nasıl başladı bilmiyorum, dinlemesini de dinletmesini de bilen bir dosttan gidelim bu hafta.
Muammer Bilgiç; öğretmen, öğrenci, yazar, tv program yapımcısı ve siyasetçi kimliği son yıllarda ülkemiz için çok büyük ihtiyaç olan siyasetin mantığını ele geçirmiş sıra dışı siyasetçi. Bir kitabında,
-İnsanlar bir araya gelmeden de birbirlerini sevebilirler, derken,
Yazılarında sohbetlerinde, sözcüklerinde birbiriyle çelişmez. İnsanı evrenin merkezine koyar. En başta insana ve tüm canlılara, doğaya ince ve insancıl duyarlılık sergiler Muammer hoca.
Bazen iki, bazen de üç haftada bir Cuma namazında buluşuruz. Geçtiğimiz hafta namazdan çıktıktan sonra,
-Hocam kışın habercisi bu gün, son sıcak gün, sıcaklık 32 derece, denize gidelim.
Başlangıçta Muammer Bey “yok” dese de nasıl oldu bilmiyorum, kendimizi Feneraltı’nda bulmuştuk. Yüzümüzü denize vermiş, aydın bir siyasetçiyle aydın ufuklara bakarak denizden, denizyolu taşımacılığından başladı sohbet.
Adam siyasetçi, bilgili. Osmanlıdan aldı deniz ulaşımından, deniz taşımacılığını günümüze kadar taşıdı. Onun kadar olmasa da ben de arkadaşlarımın babası Necati Dönmez amcadan dinlemiştim. Askerlik çağı gelmiş harçlığı, yolluğu, babası kırılır sahip çıkamazsın dese de bağlamasını da yanına alır. O yıllarda ulaşım denizyoluyla. Samsun toplanma bölgesi. Gemi Hopa’dan başlayarak Karadeniz’deki limanlardan askerleri toplayarak Samsun’a gelir.
Necati amca,
-Limanda bir hafta bekledikten sonra gemiyi görünce bayram yaptık, hele gemiye binince İstanbul’a kadar bayramımız bitmedi, kiminde gırnata kiminde kemençe kiminde tulum, Çala çala horon tepe tepe İstanbul’a vardık. İstanbul da bizi Çanakkale’ye verdiler.
Çanakkale’de birliğe teslim olunca Sinemamızın usta oyuncusu Hulusi Kentmen bağlamayı sırtında görmüş olmalı ki hemen bando takımına alır. Gerisi uzun hikaye zaten geçen haftaki yazının uzunluğundan dolay yarısı baskıya alınmamış.
Muammer Bilgiç, Necati amcayla çocukluktan erişkinliğe kadar anılarını bir bir ortaya serdi. Köyün gelini genci çocuğu çoluğu yaşlısı Necati Amca’nın kamyonuyla şehre gelişlerinden, köylünün fındığından, odunundan hoşafına kadar anlattığı o küçük şirin kamyon düne kadar evin önünde yıllarca durdu. Her belediye başkanına söylemiş, kamyonu satın alın bir köşeye müze olarak koyun demiştim ama kimse duymamıştı. Keşke yapılsaydı, etrafına da anılar kitabeleşerek yaşasaydı.
Londra’dan gelen genç bir kızımız çok çabuk değişiyor her yer, Anafarta’da okudum yıkmışlar, anıları yaşatmayı bilmiyorlar. İngiltere’de köylere yeni ruhsat verilmez film çekilir hep. Anafarta Okulu bir yana ya yanındaki Hükümet Konağı, boydan boya kalın taş duvarlı tarih, içinde mal müdürlüğü, kaymakamlık, tapu mahkeme salonları.
Olmadı. Teyzemin oğlu Abdullah Yağcı, Bakan Şükrü Yürür’e “eski tarihi taş evler yıkılıyor onlar koruma altına alınamaz mı?” dediğinde Şükrü Bey kızmış,
-“Vatandaş ev yaptırmayacak mı?” demişti. Yıkıp, yıkılıp gittiler kendileri de.
Muammer Hoca o kadar çok şey saydı ki, heyinden sepete, kayışlı patozlarından yük hayvanlarına fındık oluklarından elde dikilmiş çadırlarına fenerinden gaz lambasına duvar dibine yığılmış ayıklanacak fındıklar yanıbaşına dizilmiş insanlar, yazılar, hikayeler, fotoğraflar, tiyatroda geçen replikler, filmlerde geçen sahneler, bıçaklarından tırpanına kadar.
Acaba dinlerler mi tulüat sanatçısı siyasetçiler. Bir tane müzemiz var ne zorluklarla ve bürokratların nasıl zorluk çıkardığını Ahmet Kabayel’den, Ahmet Derya Varilci’den dinleyin.
Yıkmayı becerirken müze yapmayı beceremiyor musunuz?
FACEBOOK YORUMLAR